Ana içeriğe atla

KOİ (Kamu Özel İşbirliği) Projeleri, Yap-İşlet-Devret


Yap – işlet – devret modeli

1980’lerde Dünya Bankası tarafından geliştirilen yeni bir projelendirme türü olan yap – işlet – devret modeli bizde de siyasal iktidar tarafından uygulanmak istendi. Yap – işlet – devret modeli, bir kamu altyapı yatırımının, finansmanı, özel kesim şirketleri tarafından karşılanarak yapılması, belirlenen süre ile işletilmesi ve süre sonunda kamu kesimine devredilmesi modelidir. Modelin önemli özelliklerinden birisi de işletme süresince üretilen malların ya da verilen hizmetin bir bölümünün kamu kesimi tarafından satın alınacağının garanti edilmesidir.

Yap işlet devret modelinde Hazine garantisi
1980’lerin ikinci yarısında Türkiye gündemine giren bu modelin uygulanmasında bazı Hazine garantileri gerekiyordu. O zamanki mevzuat bu modele garanti verilmesine uygun değildi. Siyasal iktidarın isteği bu modelin de Hazine garantisi altına alınması yönündeydi. Hazine ise bu modele soğuk bakıyordu. Bunun temel nedenlerinden birisi Hazine’nin kurumsal hafızasında bu tür imtiyazların sonunda bir takım sıkıntılar yaratabileceğinin yer etmiş olmasıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde çeşitli yabancı şirketlerle yapılmış olan imtiyaz sözleşmelerine dayalı yatırımlar bu modelin öncülleridir.

İngilizcede financial innovation denilen bu tür finansal buluşların neredeyse tamamı Osmanlı’nın son 200 yıllık döneminde denenmiş ve sonuç Düyun-u Umumiye’ye gidiş olmuştur. 

Geçtiğimiz hafta sonunda “Hazine Müsteşarlığı Tarafından Gerçekleştirilecek Borç Üstlenimi Hakkında Yönetmelik” Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre yap – işlet – devret modeli ile yapılacak yatırımlarda en az 1 milyar TL (Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarına ait projeler için 500 milyon TL) tutarındaki projeler için sağlanan dış kredilere Hazine garantisi verilmesi kararlaştırıldı. Hazine garantisi verilen projeyle ilgili sorunlar çıkması halinde alınan kredinin geri ödenmesinden Hazine sorumlu olacak.
Mahfi Eğilmez-Ekonomist


Yukarıdaki yazı Mahfi Eğilmez'in 22 Nisan 2014 tarihli yazısından alıntılanmıştır. Mahfi hoca yazısında uzun uzun bu işin sonuçlarının nereye varacağını anlatıyor...


Bugüne geldiğimizde ise; o gün ekonomistlerce yapılan uyarıların ciddiye alınmamasının sonuçlarını bugün birebir yaşıyoruz. 

"Cebimizden beş kuruş çıkmayacak" denilen projelerin garantilerini ödeyebilmek için ihtiyat akçesi (kefen parası olarak nitelenen 40 milyar TL) hazineye aktarılmamış, ekonomik sıkıntıya düşülmemiş gibi, hala daha Kanal İstanbul için (yine cebimizden 5 kuruş çıkmayacak vaadiyle) 75 milyar TL daha borçlanılıp faiziyle geri ödenmesi gündemde…

Oysa ihtiyat akçesi, altına girilen yükümlülüklerin karşılanamaması yüzünden bozdurulmak yerine, projelerin yapımına harcanmış olsa, garantiler için senelik ödenen tutar toplamıyla birlikte Osmangazi ve tüp geçiti kendimiz yapabilir, oralardan gelen para ile iki senede bir yeni bir projeye kendi paramızla başlayabilirdik...

KOI projelerine ödenen tutarlarla her sene bir projeyi kendimiz yapmış olsak, 20-30 senelik taahhütlerin altına girmeyeceğimiz gibi, biten her proje bizim için kara delik yerine altın yumurtlayan tavuğa dönüşmüş olacak, kendi köprü ve yolumuzdan çok daha uygun fiyata geçebiliyor olacaktık!

KOI projelerinin sırtımıza yüklediği kambur ortadayken hala Kanal İstanbul için ısrar ediliyor olması insanın aklına başka sorular getiriyor! Bu işin başka türlü mantıklı bir açıklaması yok!

Yol, köprü, imar yapılmasın mı? Mutlaka yapılacak ama birilerine rant yaratmak için, İstanbul'un yoğunluğuna yoğunluk katmak ve milletin sırtına yüklenecek katlanılamaz borçlar pahasına olmamalı!

Milletin kesesinden yapılan yatırımların rantının birilerine peşkeş çekilmesi kabul edilemez...

Kılıçdaroğlu’nun, iktidara gelirsek, Kanal İstanbul için ihaleyi alan mütahitlere ödeme yapmayız tehdidine Erdoğan:

 "Devlette devamlılık esastır…" şeklinde karşılık verdi.

Mealen "Bu borcun altına gireceğiz, senin de ben ödemeyeceğim deme şansın yok" diyor Erdoğan! Hoş, altına girilen borcu iktidara gelse bile Kılıçdaroğlu cebinden ödemeyecek. Her zamanki gibi millet olarak biz ödeyeceğiz...

Ama sorarsan cebimizden 5 kuruş çıkmıyor…

İstanbul'un kuzeyi tarlalar ve ormanlarıyla İstanbul'a nefes aldırıyordu. İstanbulluların hafta sonları şehrin gürültüsünden kaçıp akın ettiği alanlardı…

İmara açılan tarlalar, yeni havaalanı ve 3. köprü yoluyla zaten önemli ölçüde İstanbul'un nefesi kesildi! "Kanal İstanbul" ile; su alanı, tarla ve ormanlardan oluşan koca bir bölge daha imara açılmış olacak!

Öteden beri sürdürülen; verimli tarım alanlarının sanayi ve yerleşime açılma politikası hızlanarak devam ediyor… Yerli otomobil fabrikası için yer olarak Bursa seçilmiş. Oysa Bursa yükünü almış bir şehir! Sanayiyi Anadolu’nun kıraç topraklarına yaymak kimsenin aklına gelmiyor nedense. Büyükşehirlerin bunaltıcı yoğunluğu yerine Anadolu’nun kıraç vadileri silikon vadisine dönüştürülse, en azından nüfusun yoğun olmadığı bölgelere yönelinse. Mesela otomobil fabrikası Zafer havalimanı yakınlarına yapılsa... Böylece Zafer havalimanı için boş yere ödediğimiz garanti tutarı azalmış olsa!

“Zafer Havalimanı için günde 3 bin 450 yolcu garantisi vermişler ama yolcu sayısı günde 240’ı aşmayınca 7 yılda kasamızdan 25 milyon Avro ödeme yapmışlar. İşin ilginç tarafı, havalimanı zaten 50 milyon Avroya mal olmuş. Ne acı değil mi?”
Yeliz Koray-Gazeteci

Kaynakların yanlış kullanılması sebebiyle ekonomik darboğazdan geçtiğimiz, işsizlik oranının rekor düzeye ulaştığı günümüzde ekonomist-gazeteci İbrahim Kahveci kaynakların verimli kullanılmasına dair bir yazı kaleme almış:

Millet ‘boğaz’ onlar ‘kanal’ derdinde

Kaynakların verimli kullanılması diye bir kavram vardır.
Hatta iktisat bilimi için kıt kaynakların verimli kullanılması bile denilir. Çünkü ihtiyaçlar sınırsızdır ama kaynaklar sınırlıdır.
Mesela şimdi Çanakkale’ye köprü yapılıyor. Yılda sadece iki dini bayramda trafik yoğunluğu yaşanan o yere Hazine garantisi ile köprü yapılması ne kadar elzemdir?
İster kamu olsun, isterse özel sektör olsun kaynakların verimli kullanılması gerekiyor.
Bakın mesela İstanbul’dan İzmir’e otoban yapıldı. Şarkıcı Demet Akalın bir video çekerek o otobanın ne kadar güzel olduğunu yayınladı. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’da o şarkıcıyı arayıp teşekkür etti.
Hepsi güzel... Ama o yol videoda da görüldüğü gibi bomboş.
Yazık değil mi?
Yapım maliyeti 7,9 milyar dolar açıklanan ama açılışta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11 milyar dolara mal oldu dediği o yol ve Osmangazi Köprüsü de bomboş.
Çünkü kullanım ücreti çok pahalı. Bir otomobil bile indirimsiz fiyat uygulansa İstanbul’dan İzmir’e yol parası olarak 450 lira civarında bir ödemde bulunmak zorunda. Yanına birde benzin parası eklerseniz, yol maliyetini siz düşünün.
O kadar pahalı ki, Osmangazi Köprüsü geçiş ücreti 44,5$ + KDV fiyatı bugünkü kurda 280 lira ediyor. Ama devletimiz geçmeyen milletin vergilerinden karşılanmak üzere geçenlerin fiyatını 103 liraya indirdi.
Zaten köprüden ve otoyoldan geçmeyen araçların tümünün parası Milletin vergilerinden ödeniyor. Ve o yol öylece bomboş beklerken, yapımcı şirketlerin kasasına ABD enflasyonu bile gözetilerek paraları ödeniyor.
İbrahim Kahveci-Ekonomist-Gazeteci


Kanal İstanbul'un yapılmasına karşı çıkan uzmanlar çevresel, ekonomik, siyasi pek çok neden sayıyor ama benim asıl karşı olma nedenim; maddi külfetinin milletin sırtına yüklenip, rantının bir avuç mütahit ve Katar'lı ortakları tarafından paylaşılacak olması. 75 milyarlık kredi (tabi rakam burada kalırsa) millet kesesinden taksit taksit ödenirken mütahitler milyon dolarlara evler, villalar satarak servetlerine servet katacak...

Üç tane köprü yaptık, parasını nasıl ödeyeceğiz diye düşünüyoruz kara kara! Sen tut kanal aç, üstüne 10 tane daha köprü yap. Millet çalışsın, vergi versin, paralar kanala gömülsün! Üstüne birde köprü geçiş ücreti! (Kanal İstanbul üzerine 10 tane köprü yapılacağı söyleniyor, muhtemelen geçişler ücretli olacaktır. Zaten projenin getirisi ve götürüsü hakkındaki tüm bilgimiz söylentilerden ibaret! Bu da, bu projenin önceki KOİ projeleri gibi millet kesesinin zararına sonuçlanacağı fikrini pekiştiriyor!)


Bu haber dün çıktı ortaya: "Atatürk Havalimanı sözleşme süresi dolmadan kapatıldığı için 2,5 milyar TL tazminat ödüyoruz." Kimin cebinden ödeniyor!?..

"Dünyanın en iyi 3'üncü havalimanı seçilen Atatürk'ü kapatıyorsun. Yerine kurtların uluduğu yerde milyarlarca Euro ödeyip yenisini yapıyorsun."
Murat Muratoğlu-Ekonomist-Gazeteci

Bir işi yaparken getirisine götürüsüne bakmıyorsan herhalde para senin cebinden çıkmadığı içindir...

Kargo uçakları hala Atatürk havalimanına iniyor, yolcu uçakları metrosu bile tamamlanmamış yeni havalimanına. Yeni havalimanı için bu kadar büyük bir yatırım yapmak yerine çorludaki havalimanı biraz büyütülüp kargo uçakları oraya yönlendirilmiş olsa milyarlarca Euro gelir getiren, istihdam yaratan, ihtiyaç olan bir alana yönlendirilebilirdi. (Yerli otoya şu an biniyor olabilir, yerli uçağımızı, tankımızı, helikopterimizi yapmış olabilirdik.) İstanbul'a hala ihtiyacının yarısı kadar bile metro yapılmamışken metrosu olan havalimanı kapatılıp metrosu olmayan yere yüksek bedeller ödeyerek havalimanı yapmanın ranttan başka mantığı yok, tıpkı Kanal İstanbul gibi...   

"Bir tarafta rant ekonomisi... Varlıklarına varlık katmanın hesabı yapılıyor öte tarafta ise kimsesizliğe, çaresizliğe terk edilmiş milyonlar... Akıllı proje dururken çılgınlaşmanın ne manası var..." diyordu 2011'de Kanal İstanbul'u 'çılgın soygun' olarak nitelendiren Devlet Bahçeli…
Şimdi ise "Kanal İstanbul'dan rahatsızlık duyanlar şuursuz ve gayri millidir" diyor!
Siyaset böyle bir şeymiş demek ki!

“Kanal İstanbul, İstanbul Havalimanının batısında olacak. Batıdan gelen soğuk hava kanalın ılık suyu üzerinden geçerken buğu sisine (steam fog) neden olacak. Bakalım ÇED raporunun meteoroloji bölümünü hazırlayanlar bu kadar basit bir şeyi görebilecek mi?”
Mikdat Kadıoğlu-İTÜ Öğretim Üyesi-Meteoroloji Mühendisliği

Bizde işin çevresel etki boyutundan önce rant boyutuna bakıldığı için bunun çok dikkate alındığını sanmıyorum… Oysa zaman zaman İstanbul Boğazı üzerinde perde gibi duran sise pek çok İstanbullu şahit olmuştur.

"İstanbul'un mal ve can güvenliğini sağlayacak kanal istanbul projesi..." diye anlatıyordu Kanal İstanbul'u Ulaştırma Bakanı Cahit Turhan. Cahit Turhan deyince can güvenliği geliyor insanın aklına hep, nedense zaten! 

Yeni yapılan şehir hastanelerinin (yine KOİ projesi) upuzun koridorları ve otel odası gibi lüks odaları varmış... Bir yanda yüksek bedellerin ödendiği lüks şehir hastaneleri diğer yanda acil servislerinin koridorlarında hastaların iç içe yattığı devlet ve üniversite hastaneleri…

Oysa o şatafatlı lüks şehir hastanelerine harcanan paranın çok daha azıyla Türkiye genelinde sağlık alanında olağanüstü iyileştirmeler yapılabilir, zarar etmeden sağlık devrimi gerçekleştirilebilirdi!..

Kendi binalarında iyileştirme yapılarak, lüks olmayan ama ihtiyacı karşılayan devlet hastaneleri yerine lüks otel konforunda devasa hastaneler yaptırılarak  20-30 yıl ödenecek "varsın zarar edelim" denilen ücretlerle zengin edilen mütahitler!

Oysa biz hala "bin liranın altında emekli maaşı kalmadı" diye gururlanılan, gelir adaletsizliği içinde debelenen bir ülkeyiz..

Kaynaklar doğru ve verimli kullanılmadığında sonuç öngörülemeyen zarar ve büyük bir hayal kırıklığı oluyor...

“Cebimizden 5 kuruş çıkmıyor” söyleminden, “Halkımıza hizmet etmek için zarar ediyorsak varsın zarar edelim” noktasına gelindi!
Hasta sayısı garantili hastane mi olur? Yaptılar oldu!
Önümüze “142 milyar dolarlık” fatura konuldu.
Neydi
Halkımıza hizmetti… Peki" diyor Ekonomist-Gazeteci Murat Muratoğlu

“Kredi hacmi aşırı büyüdüğü halde, “önce kazanalım, sonra harcayalım” anlayışı yerine hak etmediği refahı yaşamaya çalışan ülkelerin başına er ya da geç kötü şeyler geliyor…” diyordu Ali Babacan. Ali Babacan için gazeteci-yazar Taha Akyol bugün eleştirdiği yanlışları makamda iken de eleştirdiği için dışlandı. Boyun eğse yüksek makamlarda devam edebilirdi diyor!  

Biriktirdiğimiz borçların taksitleri ödeyebileceğimizden fazla olmaya doğru hızla ilerliyor. Cebimizden kuruş çıkmayacak, borç şirketlerin borcu diye kandırıldık. Borçlar hazine garantili olduğu ve garanti miktarları ihtimallerin çok üzerinde tutulduğu için her sene bir köprü parası garanti ödemesi yapar hale geldik…

Milletin sırtına çok büyük bir maddi yük daha yükleme pahasına, çevresel felakete yol açma pahasına, “inadına yapacağız” diyor Erdoğan!

Çünkü mütahitler ve Katar'lı çözüm ortakları ellerini oğuşturarak bekliyor... Ve biz bunu eleştirdiğimizde vatan haini oluyoruz…

Yapılırsa, diğer KOİ projelerinde olduğu gibi milletin sırtına çok büyük maliyet yüklenecek, getirisi yine mütahitlere olacak... Yaparsınız ama sefalete sürüklediğiniz milletin ahını alarak...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar