Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir…
Arayış içinde olan insana pek kolay rastlamıyorum toplumumuzda. Benimle konuşmak isteyen insanların çoğu aslında bir başkasını nasıl değiştirebileceklerini soruyor...
Tabii, en sık sorulan, "Bu memleketin insanını nasıl değiştireceğiz, nasıl adam edeceğiz, hocam?..."
Tabii, en sık sorulan, "Bu memleketin insanını nasıl değiştireceğiz, nasıl adam edeceğiz, hocam?..."
İçinde yetiştiği kültürel ve sosyal bağlamların ötesinde kim olduklarını sorgulayanların sayısı çok azdır...
İnsanlar mutlaka sosyal roller içinde bulunacaktır ve sosyal roller içinde yaşamını sürdürecektir. Önemli olan, bu sosyal rollerin ona empoze mi edilmiş, yoksa kendi isteği ile mi bu sosyal rolleri yüklenmiş olduğudur...
İnsanların direneceğini bile bile değişmek, hatta değişmeye teşebbüs etmek zor. Ama seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek...
Bireyin bilinci donanınca, zenginleşince, onun algılaması değişir. Algılaması zenginleşen insan otomat olarak davranmaktan vazgeçer, çok yönlü düşünmeye başlar ve davranışlarını daha gelişmiş bir planlama içinde gerçekleştirir. Bilinçlenmiş bireylerin sayısı çoğaldıkça, toplum daha bilinçli algılayıp, düşünüp, daha bilinçli davranmaya başlar...
Uzun vadeli ilişkilerde Makyavelcilik hiçbir zaman, ama hiçbir zaman olumlu bir sonuç doğuramaz. Birinin sizi araç olarak kullandığının farkına varırsanız, o insana güvenebilir misiniz?..
Kendilerini dindar gören, ve iyi bir dindar olmak için davranan insanları gözle, ve neler söylediklerini dinle: ilahi bir muhasebeciyle oldukça ciddi bir alışveriş ilişkisi içinde olduklarını görürsün... Bu tip dindarlardan iyi tüccar çıkar. Çünkü, tüm düşünüşleri çıkar bilinci içinde yapılanmıştır...
Dindar geçinen kişi, dini faaliyetlerini, -yani ibadetini, iyilik davranışlarını- bu dünyada veya öbür dünyada elde edeceği bazı kazançlar için yapıyorsa, bu kişi nesnel beni -egosu- ile hareket ediyor diyemez miyiz?..
Fakire sadaka ya da zekat veren birini düşünün. "Neden sadaka ya da zekat veriyorsun?" diye sorduğumuzda, "vermek sevap, vermemek günah" diye cevap vermiş olduğunu düşünelim. O zaman soru "Neden sevap kazanmak istiyorsun ya da günahtan kaçınmak istiyorsun?"a dönüşecektir. Bu soruya cevap olarak gelecek olan cümlede, "çünkü" kelimesinden sonra mutlaka bir çıkar ifade edilecektir: "Çünkü, cennete gitmek istiyorum." gibi.
Nesnel ben -ego-, gereksinimlerini karşılamaya yönelmiştir ve onun için denetlemeye ve sahip olmaya önem verir... Tabi samimi dindarların niyetleri ve bu nedenle yaşama yaklaşışları son derece farklı... Samimi dindar, daha büyük bir realitenin, kapsamlı bir bütünün anlamlı bir parçası olmanın bilinci ve "hizmet sorumluluğu" içinde yaşamına yön verir.
Yani "egosuyla hareket eden dindar" fakire sadaka verirken, "sevap, cennet" çıkarı içinde güdülenirken gerçek dindar, "insan kardeşimin ıstırabı" aslında, büyük resim içinde, "benim ailemin ıstırabı" olarak görür ve yaşamın bütününe hizmet etmeden kendi yaşamının anlamlı olamayacağını bilir.
Gerçek dindarın sadaka verişi farklıdır. Egosuyla hareket eden dindar sadaka vermeden önce vereceği parayı üç defa başının üstünden geçirebilir, "başımın gözümün sadakası olsun"... Sadaka verirken, sadaka vermek kendisi için ne çıkar sağlayacak onu düşünmüş ve bu bilinçle güdülenmiştir.
Gerçek dindar, bu evrenin sorumlu bir vatandaşıdır; o bilinç içinde duyar, algılar, düşünür ve eyleme geçer.
Doğan Cüceloğlu
Yorumlar
Yorum Gönder