Ana içeriğe atla

İmamlar ve Sultanlar (Mustafa İslamoğlu)


“Toplumların adalete dayalı "saff"ını bozup saltanata dayalı bir piramit ortaya çıkaran yukarıdakilerle bu piramidin oluşmasında gönüllü yada gönülsüz saltanata kaldıraç olmuş aşağıdakiler arasındaki mücadele iki farklı biçimde tezahür etmiştir. Biri piramidin tepesine çıkmak isteyenlerle orasını daha önce ele geçirmiş olanların kendi aralarında verdiği mücadele, diğeri ise toplumun adalet öğretisine aykırı konumunun farkına varıp piramidik zulüm düzenini yeniden "düz çizgi" (saff) haline getirmek isteyenlerin verdiği mücadele.
"Saff" halindeki toplum kendisine tahakküm edilen bir yerinden kırılıvererek "piramitleşme"ye başlar. Bu durumda toplumdaki hayırda öne geçme yarışı yerini, başlara basarak piramidin tepesine ulaşma yarışına bırakmıştır. Artık her başın üzerinde bir ayak vardır. Adalet toplumunda tüm başlar Allah'a bağlı iken, saltanat toplumunda "baş başa baş da padişaha bağlı" hale gelmiştir. Padişah olmak ise ayakları tüm başların üzerinde olmak anlamını taşıyacaktır.
Saltanat "saff" halindeki toplumun piramitleşmesinin adıdır. Adaletin zulme dönüştüğü böyle bir toplumda "üsttekiler"in konumlarını muhafazaları "alttakiler"in başlarını kaldırmamalarına bağlıdır.
Bugünkü "din" anlayışıyla Resulullah'ın tebliğ ettiği "Din" birbirinden o kadar farklıydı ki...
Piramidin tepesinden bakana aşağısı bir hoş görünür nedense. "Bizden gerekçesiyle olaylara "hakkın" değil "gücün" gözüyle bakan bu yamuk bakış açısı doğal olarak baktığını da yamuk görecektir.
Artık din deyince akla Allah Rasulunun ve ashabının yaşadığı İslam değil İslam'la bağdaşması mümkün olmayan saltanat gelecek, adalet yerine, zulme dayalı bir siyaseti meşrulaştırmak için bazı "ilim" mahfillerince uysal ve eyyamcı siyaset teorileri üretilecektir.
Ebu Hanife, Raşid Halifelerden sonra birbirinden ayrılan "hak" ve "güç"ün arasındaki amansız savaşta güçten ve güçlüden yana değil, haktan ve haklıdan yana olmuş ve bunu kanıyla belgelemiş biri. İmam Saltanata karşı İçtihad'ı temsil ediyordu. Tarih boyunca tüm saltanatların bariz özelliklerinden biriyse "içtihad"a düşman oluşlarıydı.
Büyük İmam Ebu Hanife'nin, onun yolunu izlediğini söyleyenlerce yeterince tanınmıyor oluşu "kutsallaştırma"ya onun da kurban verilmiş olmasının bir sonucudur. İmam'ın kaç kez hacca gittiğini, kaç hatim yaptığını anlata anlata bitiremeyenler onun saltanatlara karsı gösterdiği örnek tavrı ve sonu şehadetle taçlanan ömürlük mücadelesini görmezden geliyorlar.    
Ebu Hanife’ye yapılan teklif şuydu: “Üzerine imza koymadığın hiçbir kanun yürürlüğe konmayacak, sen izin vermeden devlet hazinesinden kuruş çıkmayacak.”   Böylesine bir teklifi kırbaçlanma ve ölüm pahasına reddetmenin hiç mi hiç anlaşılır bir tarafı yoktu...
Mansur, İmam’ın yakasını bırakmamakta kararlıdır. Zira o iyi bilmektedir ki İmam görevi kabul ederse sistemin işleyişine katkıda bulunan bir eleman durumuna düşürülmüş olacaktır. Yok eğer kabul etmezse yine mesele halledilecek, İmam’ın ortadan kaldırılmasına bir bahane bulunmuş olacaktır. Ne var ki biraz kanlı ve işkenceli olacaktır...” 
"Mustafa İslamoğlu" 

İmam-ı Azam dilden dile efsaneleştirildiği gibi kerametleriyle değil cesaretiyle, onuruyla, haksızlık karşısında boyun eğmemesiyle yazdırmıştı tarihe adını. Mustafa İslamoğlu’nun kitabını okuyunca, Sokrates’le İmam’ı Azam Ebu Hanife’nin yaşam ve ölümleri arasındaki benzerlik çekmişti dikkatimi. İkiside menfaatleri uğruna ilkelerinden vazgeçmemiş, doğruları her zaman her yerde korkusuzca haykırabilmiş yürekli adamlardı... Her ikiside gerçekleri korkusuzca saltanat sahiplerinin yüzüne haykırdıkları ve yaptıkları haksızlıkları çekinmeden söyledikleri için saltanatlarının sonunu getireceği korkusuyla saltanat sahipleri tarfından ölümle cezalandırılmıştı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar