Ana içeriğe atla

Öykü: Babaannemin Mutfağı

Büyük taş temeller üzerine çam yada kestane ağacından yapılan mis gibi orman kokan duvarları, işlemeli ahşap çerçeveleri, çatılarda kullanılan taş örtüsü ve önlerinde durmaksızın akan çeşmeleri ile bir ressamın sanat şaheserini tamamlayan aksesuarlar gibi, son zamanlarda artan betonerme evlere inat, doğayla ahenk içerisindeydi ahşap evler...

Artan torun sayısıyla yaz günleri köydeki nüfus bir hayli artar olmuş, torunlarının yere göğe sığdıramadığı iki sevimli ihtiyar çocuklarının bütün ısrarına rağmen şehre hiç inmemiş, şehre hiç inmedikleri gibi şehir hayatının köye getirilmesine de izin vermemişlerdi. Bölgede eskiden yaşamış olan Rumlara özgü taş örtülü ahşap ev onların vazgeçilmeziydi.

Babaannesi köyde yaşayan diğer kadınların aksine zayıf ve narin bir vücut yapısına ama o narin, dokunsan yıkılacakmış gibi duran görüntüsünün altında tükettiği seksen yıla meydan okuyan bir dinçliğe sahipti.

Evin mutfağında yer alan şömine benzeri taş ocakta, saç ayak üstünde ve topraktan yapılma çömleklerde pişirirdi babaannesi yemeklerini. Çocuklarının bütün isyanına rağmen yemekleri illaki kendisi yapardı. Hayatta en büyük keyfi yaptığı yemekleri insanların beğeniyle yemesiydi. Babaannesinin yemeklerini en lüks lokantaların menüsüne değişmeyeceğini söylerdi Fatih. Odun ateşinde ve güveçte pişiyor olması daha bir lezzetli kılıyordu onun yemeklerini. Çocukları yada torunları babaanneye “artık bu yemek işini bize bırak” dediğinde çok kızar, “bir insanın elinden en iyi yaptığına inandığı şeyi alırsanız ona en büyük kötülüğü yapmış olursunuz” derdi Fatih. Hem de onu bu işten vazgeçirmeden önce, kendilerinin yemek yapmayı öğrenmeleri gerektiğini...

Babaannenin insanın içine işleyen öyle sevgi dolu bir bakışı vardı ki, kargaşadan sıkılan herkes, mutfağa koşar, ona sığınırdı. Onun, ocakta pişen yemeğin başında durup bir yandan yemekleri pişirirken, bir yandan sakin sakin ve hep gülümseyen yüzüyle tatlı tatlı bir şeyler anlatmasına bayılır, konuşmasını çerkezce yaptığı için konuştuğundan pek bir şey anlamasa da bakışlarından güzel şeyler söylediğini hissederdi... 


Hiç kimseye muhtaç olmadan, boyun eğmeden onurlu bir yaşam sürme isteği kişiliğinde vardı... Uzunca ve sağlıklı bir ömür sürmüş, yaşamı boyunca sahip olduğu mükemmel kişiliği ölümüne de yansımış ve sonsuzluğa gülümseyerek gitmişti.

Belki büyük bir refah içinde yaşamamıştı ama hayattan zevk alarak tüketmişti ömrünü. Belki başka bir zamanda, başka bir yerde dünyaya gelmiş olsa çok daha fazlasını da yapabilirdi. Ama kendi kapasitesini sonuna kadar kullanmış ve kendi imkanları içinde mükemmeli yakalamıştı.

O kadar iyi ve sevgi doluydu ki, iyilerin tarafına gitmiş olduğundan hiç şüphesi yoktu. Babaannesinin ölümünden dolayı içinde hiçbir üzüntü duymadığını fark etti. Sadece ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerine. Onu hep çok sevdiği mutfağında kor ateşinin başında yemek yapıyor olarak ve gözlerinin önünden silinmeyen o gülümseyişiyle anımsayacaktı.

***

Yere yatırıp üzerine bir örtü örtmüşlerdi. Yanına eğilip yüzünü açtım usulca... Hayatı boyunca görmediğim kadar güzel bir yüz ifadesiyle gülümsüyordu bana... Bir an etrafıma bakındım birilerinin “şaka yaptık” demesini bekledim ama çevremdeki insanların nemli gözlerinden anladığım kadarıyla yerde yatan babaannemden başka mutlu bir kimse yoktu odada. O an bir şeyden emin oldum. Doğduğu evin yüz metre ötesine gelin giden, iki yüz metre ötesine gömülen babaannem, çektiği bütün sıkıntılara rağmen, bu kısa mesafeye sevgi dolu, onurlu bir yaşamı sığdırmış ve hak ettiği gibi mutlu bir şekilde gitmişti biz geride kalanlara en güzel tebessümünü bırakarak... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar