Uzun araştırmalara dayalı bir yazı değil bu!.. Niyetim, şahit olduğum kadarıyla, o günleri yaşayanların anımsayacağı, yaşamayanların o günler hakkında fikir sahibi olabileceği, olabildiğince kısa bir yazı kaleme almak...
27 Mart 1994 İBB seçimleri:
Erdoğan’ın yüzde 25 oy ile İBB başkanı seçilmesi.
Seçimde:
ANAP adayı İlhan Kesici %22,
SHP adayı Zülfü Livaneli %20,
DYP adayı Bedrettin Dalan %15,
DSP adayı Necdet Özkan %12,
MHP adayı Ahmet Vefik Alp %2,
CHP adayı Ertuğrul Günay %1 civarı oy almıştı.
Adayların önceki ve sonraki partileri dikkate alındığında çok enteresan bir aday tablosu oluştuğu ortada. Ama daha enteresan olan ANAP ya da DYP’den bir adayın seçime katılmaması halinde o günlerin merkez sağ partilerinden birisinin, aynı şekilde SHP ya da DSP’den bir adayın seçime katılmaması halinde o günlerin merkez sol partilerinden birisinin yüzde 35’e yakın bir oy oranıyla seçimi çok rahat kazanabilecek olması...
İki adaylı bir seçimde kazanma ihtimali olmayan, önceki seçimlerde %10 barajını bile aşamayan, tv yayınlarında kendisine yer bulamayan; muktedirler ve diğer partilerin millete öncelikli tehlike olarak lanse ettiği (bugünün HDP'sine yapılan muamelenin bir benzeri yapılıyordu, hatta kimilerine göre Refah Partisi PKK'dan bile daha tehlikeliydi) Refah Partisi’nin İBB başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimi %25 oyla kazanmış olması, ya göklerden gelen bir karar ya da kaderin bir cilvesi olmalı!..
Aynı tarihte, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini RP adayı Melih Gökçek’in (önce kaybettiği açıklanmış) YSK’ya yaptığı itiraz sorası kıl payı kazanmış olması, son İBB seçiminde yaşananlar ile kıyaslandığında, oldukça manidardı!..
Melih Gökçek’in ilk görev döneminde Altınpark’ta ki bir heykeli kaldırtırken sarf ettiği “böyle sanatın içine tükürürüm” sözü o dönemin çok tartışılan konularından birisiydi. Uzun yıllar belediye başkanlığı yapan Gökçek’in son görev döneminin en çok tartışılan konularından birisinin de dinozor heykelleriyle gündeme gelen Ankapark olması!?..
Ankara ve İstanbul’u 1994’ten 2019’a kadar 25 yıl yöneten kadrolar için belediyeleri devretmek; artık üzerlerine tapulu olduğunu düşündükleri bir mülkiyetin haklarını kaybetmek kadar zor olsa gerek!..
Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren muktedir olan kadroların vesayeti kaybetmelerine benzer bir durum!..
İktidarlar ya da belediye başkanları genellikle sonraki seçimlerde oy kaybına uğrarken, Refah Partisi açısından tersine bir durum söz konusuydu!.. Kazanılan her seçim bir sonraki seçime pozitif etki yapıyordu!..
O günlerin merkez sağ ve merkez sol partileri, yaptıkları kayıkçı kavgası dışında pek rekabet halinde değillerdi aslında! "Herkese iki anahtar" gibi populist vaatler dışında alt gelir grubunun sorunlarıyla hiç ilgilenmemiş, büyük oy potansiyeli olan alanı o kadar ihmal etmişlerdi ki, doğrudan o kesimin oylarını hedefleyen Refah Partisi'ne çok büyük bir alan bırakmışlardı.
Belediyelerin el değiştirmesiyle alt gelir grubundaki insanların hayatında meydana gelen farklılıklar büyük karşılık bulmuş, dini motivasyonla birlikte adına dava denilen güçlü bağları olan bir hareket çıkmıştı ortaya...
Aslında bugünden geriye bakınca çok büyük işler değildi yapılanlar! Ama bir önceki belediye yönetiminde çeşmelerden su akmazken İSKİ yönetiminde ortaya çıkan yolsuzluk (o günlerde bir yolsuzluk ortaya çıktığında üstü örtülmez, yolsuzluk yapan tefe konurdu) Ergün Göknel'in hayatını kaydırırken varoşlarda var olmaya çalışan Refah Partisine büyük bir propaganda fırsatı sunmuştu! Erdoğan belediye başkanı olduğunda yaptığı ilk ve en önemli iş varoşların su ve yol gibi altyapı sorunlarını çözmek olmuştu! İçinde otomobil resimleriyle akıllarda kalan, devasa büyüklükteki borularla Istırancalardan İstanbul'a su getiren Erdoğan, çeşmelerden akan suyla popularitesini artırmıştı!..
Bugünün hatta o günlerin Erdoğan karşıtlarının anlayamadığı şey, varoşlarda yaşayanların hayatına o günler için büyük bir dokunuş yapan Erdoğan'ın ilk defa söz verip tutan bir başkan profili çizerek ve alt gelir grubunun sorunlarına çözüm getiren bir başkan olarak gönüllerde taht kurmuş olmasıydı!.. Halen daha, o günlerde gönlünü kazandıklarının gözünde Erdoğan, asla hata yapmayacak, en güvenilir lider konumuna sahiptir! Erdoğan'ın hata yaptığını gözleriyle görseler gözlerinden şüphe ederler!.. Nasıl bir düşünce dünyası içerisinde olduklarına şahit olmadan Erdoğan'ın akla, mantığa, bilime, gerçeğe aykırı söylemlerinin nasıl olupta bu kadar gözü kapalı kabul gördüğünü anlayamazsınız!..
Refah Partisi öncesinde belediyeler; çöp toplamak, su ve kanalizasyon işleri gibi, bugün problem olabileceği kimsenin aklına gelmeyecek meseleleri kronik sorun haline getirmemiş olsalar, laiklik inanç özgürlüğüne müdahale şeklinde uygulanmasa (bugün ilk defa duyacak olanlara çok saçma gelebilir ama yakın zamana kadar bu ülkede başörtülü olarak üniversitelere girilemiyor, başörtülü olarak memur olunamıyordu, şimdilerde memur alım mülakatlarında yaşanan haksızlıklar, o zamanlar üniversite kapısında başlıyordu) Erdoğan ve diğer Refah Partili adayların başkan seçilme, seçilse bile bu kadar popüler olma şansları olmayacaktı nuhtemelen!..
Alt gelir grubunda yer alan vatandaşların sorunlarının ne denli ihmal edildiğini, eski Türkiye'nin "çok önemli devlet meseleleri" (kayıkçı kavgaları) arasında ne denli görmezden gelindiğini, o günlerin sıkıntılarını yaşamayanlara anlatmak, bu günlerin sıkıntısını derinden hissedenlerin sıkıntısının ne olduğunu "cep telefonunu göster hele" diyen gurbetçiye anlatmak kadar zor!..
Burada sosyolojik bir tahlil yapmak niyetinde değilim! Ama yurdum insanının düşüncelerine, daha çok kendini maddi ve sosyal açıdan güçlü hissetme ihtiyacı şekil veriyor!.. Yoksa hangi ideoloji kendisinden olmayanları dışlayan bir değer yargısı üzerine inşa edilebilir ki!?.. Ama ortada somut bir gerçek var! Vesayet sahiplerinin kendilerinden olduğu düşüncesi; kendilerinden olmayanların yaşadığı haksızlık, ötekileştirme ve ayrımcılığı görmezden gelme durumuna yol açabiliyor. Ülkemizde temellenen iki zıt düşüncenin ortak bakış açısı bu malesef!.. Biz, gelişmiş ülkelerdeki gibi; inancına, düşüncesine bakmaksızın, toplumun geneli için iyi ve adil olan bir sistem oluşturamadık! Vesayet sahipleri ve toplumun bir kesimi için iyi olan şey diğer kesim için fena bir durum teşkil ediyor, ya da tam tersi!.. Ama vesayet sahiplerine göre toplumun geneli için 'iyi' savundukları düzen!..
Düşüncelerden bağımsız olarak, vesayet sahipleriyle çıkar birlikteliği kurup, oradan nemalanma yoluna giden fırsatçıların düşünce ve ideolojilerle işleri olmadığı aşikar! Onlar her türlü ahlak ve değer yargısından uzak olarak, meselelere kısa günün kârı olarak bakıyorlar!..
Refah Yol iktidarı ve 28 Şubat postmodern darbesi:
Dönem basınınında RP aleyhine oluşan algıya (Ahmet Hakan’ın Kanal 7 televizyonunda yaptığı haber bültenlerinin lehte etkisini saymazsak) rağmen varoşlara sunduğu hizmet ve karşılığında aldığı destek ile yıldızı parlayan Refah Partisi belediyeleri, partinin oylarını yüzde 21’e taşıyarak (bölünen merkez sağ ve merkez sol partilerinin oy oranları sayesinde) Refah Partisi’ne 1. parti olarak iktidar ortağı olma fırsatını sunmuştu…
Siyaset dışı müdahaleler olmasa ülke nereye evrilirdi bilmiyorum ama 28 Şubat süreci, Refah Partisi’nin kapatılması, İBB Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın okuduğu şiir yüzünden hapse atılması, muktedirlerin istediği sonucun tam aksini doğurdu!.. (Şimdinin muktedirleri de hedefledikleri sonucun tam aksini doğuracak uygulamalara imza atmaktan çekinmiyor!..)
28 Şubat sonrası oluşan kötü yönetim, bankaların hortumlanması ve ülkenin finansal krize sürüklenip 50 cente muhtaç hale gelmesinin sandıkta yarattığı deprem bugünlere gelmemizdeki önemli eşiklerden birisiydi!..
2002 seçim sonuçları:
Hükümet ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ülkeyi seçime götüren çıkışıyla (yine hükümet ortağı sayılır) önceki seçimlerde meclise giren hiçbir parti barajı aşıp meclise girememiş, sadece iki parti, kimilerine göre Milli Görüş hareketinin devamı olan AKP ile meclis dışında kalan sol partilerin oylarını toplayan CHP meclise girebilmişti.
Milli Görüş gömleğini çıkartarak yola koyuldukları için Milli Görüş lideri Erbakan'ın ağır eleştirilerine maruz kalmasa, Refah Partisi'nden gelen kadronun değişim söylemi, o dönemde, o kadar kolay karşılık bulmayabilirdi!..
Nihayetinde, öncesi ve sonrası arasında önemli bir fark yaratan Refah Partili belediye tecrübesi, Refah Partisi iktidarının ülkeyi 28 Şubat sürecine sürükleyen hatalarından gömlek çıkararak sıyrılıvermesi, 28 Şubat süreci sonrası iktidarın başarısız bir performans ortaya koyması ve diğer partilerden, isimleri yolsuzlukla anılmamış saygı duyulan isimlerle birlikte hareket ediliyor olması; (sonradan o isimler birer birer yönetimden uzaklaşacak, yerlerini kuruluşundan bu yana AKP'ye ağır eleştiri hatta hakaretlerde bulunan isimlere bırakacaklardı) hepsi bir arada düşünüldüğünde, o dönem için "AK" Parti söylemi karşılık bulmuş, yeni kurulan parti kısa sürede tek başına iktidar koltuğuna oturmuştu!..
AKP çok yüksek bir oy oranına (%34) sahip olmasada 363 sandalye sayısı ile neredeyse Anayasayı tek başına değiştirecek bir güce sahip olmuştu.
Sandalye sayısına bakınca çok güçlü bir iktidar olmasına rağmen henüz muktedir olamayan AKP halihazırda uygulanmakta olan IMF programını uygulamakla kalmayıp seçim vaadi olan reformları da bir bir gerçekleştirmeye başlamış, AB ve Dünya ülkeleri ve komşu ülkelerle olumlu ilişkiler kurarak demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmaya başlamıştı. Bugün yaşadıklarımıza bakınca inanmak zor olsada, o günlerde, gerekirse Kopenhag kriterlerinin adını Ankara kriterleri koyar yolumuza devam ederiz diyen bir Erdoğan vardı!
O günkü politikalar ve işleyiş ile bugünkü durum arasındaki farkı merak edenler için:
https://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/529946/Ahmet_Sever__Trol_lerin_talimatlari_Saray_dan_geliyor.html
AKP'de tek adam sistemine geçiş:
İstişareyle karar alınan dönemde, eleştirilecek yanları olsada, bugünkü ile taban tabana zıt denilebilecek, millet nezdinde karşılık bulan, istişareye dayalı politikalar uyguluyordu AKP. Ama o günlerde iktidarın kategorik olarak karşısında olan CHP'nin vesayet sahipleriyle ortak hareket edip, iyi kötü her şeye karşı çıkma politikası Erdoğan'ın ilerde yöneleceği kutuplaştırma politikasına zemin oluşturmuş, AKP yönetiminin istişareye dayalı, iyi niyetli, biz doğru olanı yapalım tarzı karşısında Erdoğan'ın elini güçlendirmişti. Bir zaman sonra iş öyle bir noktaya geldi ki "CHP bir şeye karşı çıkıyorsa o kesinlikle doğrudur" propagandası yapılmaya başlanmıştı. (Bugünlerde CHP'nin haklı muhalefetinin Erdoğan'ın söylemleri karşısında karşılık bulmamasının temel nedeni, geçmişte AKP seçmeninde oluşan bu kanı kanaatimce! Erdoğan seçmenini CHP aleyhine çok kolay bir şekilde konsolide ediyor!..)
AKP'nin kapatılma davası, 367 engeli:
Bugünün CHP'si kadar demokrat tavırlar sergileyen o günün AKP'si karşısında, bugünün AKP'si kadar otokrat eğilimli bir CHP vardı! İktidar partisine kapatma davası açılabiliyor, sırf eşi başörtülü diye bir Cumhurbaşkanı adayına karşı çıkılıp 367 kuralı saçmalığı ortaya atılabiliyordu!..
Nihayetinde bir vesayet savaşı veriliyordu ve bu savaş AKP'de tek adamlık sevdasındaki Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürmüştü!..
Erdoğan ipleri tam olarak ne zaman ele geçirdi, ılımlı demokrat abiler buna müsaade etmeyebilir miydi, bunu dışardan bilip takip etmek pek kolay değildi. Biz dışardakiler pek çok şeyi her şey olup bittikten sonra öğreniyorduk. Kollar kırılıyor, yen içinde kalıyordu!..
Vesayet savaşlarında iktidar önce cemaatle işbirliği yapıyor, eski Türkiye'nin vesayeti sona erdikten sonra cemaatle kavgaya tutuşuyordu!.. Vesayet savaşlarında eski vesayetçiler, kendilerinin hiç suçu olmadığı, kumpas mağduru oldukları iddiasındayken, cemaat kanadı hepsi ve daha ötesinin gerçek olduğu iddiasındaydı! AKP ise işin kumpas tarafını cemaatin omuzlarına yıkıp bir taşla iki kuş vurmuş, sonraki süreçte kendi vesayetini inşa etmişti. Bu arada filler tepişirken, her zaman olduğu gibi, olan çimenlere olmuştu!..
Erdoğan, daha önce kendisine karşı uygulanan basın ambargosu ve algı yönetimini tersine çevirip, daha önceleri kendisine karşı operasyon yürüten basının amiral gemileri üzerinden algı operasyonları yapmaya başlıyor ve her geçen gün elini güçlendiriyordu! Bir zamanların ülke politikası üzerinde çok etkili gazete ve televizyon kanallarının yayın politikalarında yaşanan (ülkenin kaderine benzer şekilde) iki kutup arası savrulmaları, AKP muktedir olmadan önceki dönemi bilmeyen ya da hatırlamayanlara anlatmak pek kolay değil!.. Bugünün Sabah, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri; Atv, Kanal D, Star tv haber programlarının 28 Şubat sürecindeki yayınlarına bir göz atmak bile ne demek istediğimin anlaşılması için yeterli olur sanırım! O günlerin yayın politikaları ile kıyaslandığında, bugünün Sözcü gazetesi ve Fox tv haber programının çok soft bir muhalefet anlayışına sahip olduğu söylenebilir! Ya da başka türlü anlatmak gerekirse bugünün a haber, yeni akit tarzı haberciliği o günlerde Refah Partisi ve Erdoğan'a karşı yapılıyordu!.. Tabi parti içinde aleyhte propagandaya elverişli çok fazla malzeme veren aşırılıklar da yok değildi!.. Tıpkı şimdilerde Erdoğan'ın "biz gidersek eski Türkiye geri gelir" propagandasına malzeme olan aşırılıklar gibi!..
Gazeteci ve haber sunucularının haber sunuşlarında ve yazılarında, gazete ve televizyonların yayın politikalarına göre meydana gelen değişiklik aslında çok ibretlik bir durum arzediyor! Karakter sahibi insanlar düşüncelerini maaş aldıkları kurumun beklentilerine göre değiştirmezler! Malesef bizim ülkemizde bu çok rastlanan bir durum!
Başkanlık Sistemi:
TUİK %21 enflasyon açıklamış! ENAGRUP %59!..
Hangi partiye oy verirse versin, vatandaş enflasyonun yüzde ellinin üzerinde olduğunu yaşayarak test etti zaten! Peki TUİK bu hesaplamayı nasıl yapıyor!?.. Ancak “size kaç lazım efendim” tarzıyla ve talimatla mümkün!
Peki talimatla iş yapan sadece TUİK mi? Merkez Bankası başkanından adli kurumlara bu ülkede bağımsız olması gereken hemen hemen tüm kurumlar talimatla iş yapar hale geldi. Başkanlık sistemiyle bürokratik engeller ortadan kalkacak ve ülke uçuşa geçecekti. Bütün kurumların talimatla iş yaptığı ülkede neyi yanlış yaptıkta ülke bu duruma geldi!?..
Geçmişte bankacılık sistemi üzerinden yapılan hortumlamalar bugün KOİ projeleri üzerinden yapılmakta! Geçmişle bugün arasında tek fark geçmişte Sayıştay ve hukuk denetimleriyle iyi kötü yapılan yolsuzluklar ortaya çıkarılabiliyorken bugün, başkanlık sistemi sayesinde, ülkede her karar keyfi şekilde alınabiliyor fakat yapılan yanlışları ortaya çıkaracak bağımsız olması gereken kurumlar talimatla iş yapar hale geldiği için, enflasyon hesaplamasında olduğu gibi, yapılan hiçbir açıklama gerçekle örtüşme kaygısı taşımıyor! Tek geçerli kriter açıklamanın talimata uygun olarak yapılıp yapılmaması! Erdoğan’ın, milletin önemli ekseriyeti nezdinde gözü kapalı bir güven sağlamış olması bir anda olan bir şey değildi. Şimdilerde Akp politikalarını bir bütün olarak görüp, şimdi geldiğimiz noktayı geçmişte Akp’ye destek sunanların hatası olarak görenlerin geçmişte yaptıkları hatalar üzerine politikasını inşa etti Erdoğan! Ve kabul etmek gerekir ki çok başarılı oldu...
Sözlerine itibar edilen uzmanlar, iktidarın ulusal basını ele geçirmesiyle düşüncelerini ifade edecek yer bulamaz oldu! Ulusal basın iktidarın propaganda aracına dönüştü adeta! Son dönemde sosyal medya, özellikle twitter bu konuda alternatif bir mecra olarak, seslerini duyuramayanlar için bir şans oldu. İktidarın sosyal medya rahatsızlığı bu yüzden zaten!..
Yok mu bu işin bir çözümü:
Bu ülke birbirine karşıt iki kutup ideoloji üzerine şekillendi malesef! Kendisini Atatürkçü olarak niteleyen bir kesim, Atatürk'ün koyduğu hedefler doğrultusunda ülkenin ileri gideceğine inanıp mütedeyyin kitleleri bu hedef yolunda en büyük engel görürken karşı kutup Erdoğan'ın büyük davası ile ülkenin hak ettiği konuma yükseleceğine inanıyor!
Bir kesim Erdoğan'dan nefret edip, Atatürk sevgisiyle yatıp kalkarken, Erdoğan'ı sevdiği kadar Atatürk'ten nefret eden bir kesim de var! Ve bu zıt kutupların dünyasından birlikte müreffeh bir yaşam hayali bile kurmak zor!..
Eski Türkiye hayali kuranlar kötü AKP tecrübesi nedeniyle ortada duran seçmenin yeniden kendilerine teveccüh etmesini bekliyor! Oysa eski Türkiye'den de çok hazzetmiyordu o seçmen!..
Ne eski Türkiye'ye ne de Erdoğan’ın yeni Türkiye’sine mahkum olmak zorunda değiliz. Bu ülkenin potansiyeli birileri tarafından hortumlanmadığında, ideoloji temelli vesayet odakları başkalarının aleyhine kendi ideolojilerinin menfaatine bir düzen inşa etmediğinde, bağımsız kurumlar ve hukuki işleyiş sağlandığında, Erdoğan'ın ya da Atatürk'ün geçmişte ortaya koyduğu hedeflere çok uzun olmayan bir sürede ulaşabiliriz!
Siyasetin kirli ve hamaset tarafına bulaşmayan isimlerle, ne sağa ne sola çeken, herkese istediğini veremese bile kimseyi mutsuz etmeyen yeni bir rota çizilebiliriz!..
Sağ-sol, hangi ideoloji ve düşüncede olursa olsun, kutuplaştırmadan nemalanmayan, hangi görüş ve düşüncede olursa olsun, oturup konuşabilen, uzlaşabilen insanların bir araya gelerek yönetime talip olması lazım! Kurulabilecek en geniş koalisyon ile memleketin bahtı kara talihini tersine çevirip, iktidara kim gelirse gelsin kimsenin bozamayacağı bir yapı kurabiliriz! Şimdi olmazsa, bu bir daha mümkün olmayabilir!..
Çok aydınlatıcı. Beğenerek okudum. Çok teşekkürler.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
YanıtlaSil